Ekofeminizm kuramlari bize, doganin talaniyla kadin bedeninin sömürüsünün ayni sistemlerin ürünü
oldugunu; ekolojik krizlerin buzullarin erimesinden cok, kadinlarin mutfaklarinda, tarlalarinda ve
yasamlarinin yükünde yankilandigini hatirlatiyor. Maria Mies ve Vandana Shiva klasiklesen eserleri
Ekofeminizmde bu carpici bakisi derinlestiren ve temellendiren güclü bir analiz sunuyor, ekolojik yikimi
yalnizca cevresel bir sorun degil, ayni zamanda ataerki ve kapitalizmin ic ice gecmis tahakküm
bicimlerinin bir sonucu olarak ele aliyor. Küresel Güneyden kadinlarin gündelik hayatta yasadigi
deneyimlerle, Kuzeyin endüstriyel felaketleri ve militarist politikalari yan yana geliyor, ortaya hem yerel
hem de evrensel bir direnis panoramasi cikiyor. Yazarlar, temel insani ihtiyaclarin metalastirilmasindan
militarizmin kadinlarin bedenleri üzerindeki yüküne kadar uzanan bir yelpazede, yasamin sürekliliginin
kadinlara nasil dayatildigini carpici bir dille tartisiyor.
Mies ve Shiva, büyüme, üreme teknolojileri ve modernlesmenin hakim paradigmalarini sorgularken;
doganin yasami isbirligi, karsilikli özen ve sevgi yoluyla korudugunu hatirlatan bambaska bir cerceve
öneriyor. Küresellesme, bilim ve kalkinmaya dair alisildik bakis acilarini yerinden oynatarak daha etik,
sürdürülebilir ve yasami besleyen bir dünya tasavvuru sunuyorlar.
Ekofeminizm, felsefi derinligi pratik icgörülerle bulusturan, kadim bilgeligi yeniden kesfetmeye davet eden
bir kitap. Cinsiyet, ekoloji ve küresel esitsizlik arasindaki görünmez baglari anlamak ve yeni olasiliklarin
izini sürmek isteyen herkes icin ilham verici bir rehber.